30 Ağustos 2013 Cuma

#direntatil

          Tatil anlayışımız sosyologlar tarafından incelenmeye değecek kadar ilginç bir konu. Mesela müze ziyaretlerinin, ören yeri gezilerinin tatil anlamında gözümüzdeki değeri sıfırdır. Hiç bir arkadaş ortamında “Ben bu yaz Çatalhöyük’e gittim.” diyerek hava atamazsınız. Tarihin yok olmaması açısından ben bu ilgisizliğimizi sağlıklı buluyorum. Müzelerde ve fotoğraf çekiminin yasak olduğu yerlerde flaş patlatarak eserlere zarar veren, ören yerlerinden kül tablası yaparız diye tarihi eser çalan, binlerce yıllık heykellere el ense çekmeye çalışan insanların ilgisizliği devam etsin lütfen. Ümit Burnu’ndaki deniz fenerine “Bunu yazan tosun…” yazan arkadaşı Efes antik kentine bıraksak neler yapacak siz düşünün. O yüzden tatil anlayışımızın beach kültürüyle sınırlı olmasını tüm kalbimle destekliyorum.

        Bizde tatil dediğin Samanyolu’nu kıskandıracak kadar yıldızı olan bir otelde bütün gün yatıp arada etkinlik olarak açık büfe ziyareti yapmaktır. Aldığınız kilo miktarı da tatilinizin güzel geçmesiyle doğru orantılıdır. Eğer Hint fakiri gibi gittiğiniz tatilden peşin satan esnaf göbeğiyle dönmüyorsanız üzgünüm ama berbat bir tatil geçirmişsiniz demektir. Tüm bunları bildiğimden tatil köylerinden hep uzak durdum. Devasa beton yığını oteller, yapay çimlerle kaplı bahçeler, insanların kusana kadar yemek yediği restoranlar asla tercih etmeyeceğim itici yerlerdi gözümde ama insan çok büyük konuşmamalıymış meğer. Evlatlık olduğum konusunda şüpheye yer bırakmayacak kadar zıt olduğum ailemle bu yaz, bahsettiğim yapay dünyada tatil yapmak zorunda kaldım.

         Daha ilk günden Rusların sıcak denizlere inme politikalarına bir de sıcak denizde ki tüm besini tüketme politikasını da eklediğini görüp hüzünlendim. Açık büfe önlerindeki yoğunluğun hatta gözleme açan camekan teyzenin etrafında oluşan izdihamın yegane sorumlusu Ruslardı. Çevrelerinde taştan daha yumuşak hiçbir besin maddesi bırakmayan bu güzide ırka zayıflamamı sağladıkları için teşekkürü bir borç bilirim.

        Yeme –içme konusunu bir kenara bırakacak olursak asıl çile havuza indiğimizde başladı. Tıpkı tatil dergilerindeki gibi şezlonga uzanıp sessizliğin tadını çıkarır, kitabımı okur, havuzda birkaç kulaç atıp kenara bıraktığım mojitomu yudumlarım diye hayal ederken kafama çarpan çocuk simidiyle gerçek dünyaya geri döndüm. Etrafım ağlayan, çığlık atan ve yerlerde tepinen yüzlerce çocukla çevrilmişti. Sanki ülke olarak savaşa girmiştik ve çocuklar için tek sığınak bu oteldi. “Nerde bunların anası-babası?”,  “ Bakamıyorsanız doğurmayın kardeşim” ve türlü söylenmelerle kendime güvelenilecek başka bir havuz kenarı buldum. Plastik palmiyelerin arasında yeşil bikinimle kamufle olduğumu düşünüp huzurla gözlerimi kapayacaktım ki bu kez nerden çıktığını bilmediğim bir animatör tarafından havuza sürüklendim. 10 dakika sonra ben, kelli felli adamlar ve neye uğradığını şaşırmış turistler kalçamızda Shakira kemerleriyle oryantal yapıyorduk. Birileri bacasız sanayiye darbe vurmuştu ve ben yardım çağırmak, masum turistleri kurtarmak için kaçmalıydım. Ancak kaçmayı her denediğimde beni kolumdan tutup geri çeken animatör “Aaa..çekinmeyin ama tatildesiniz” diyerek içimdeki Asena’yı ortaya çıkarmaya çalışıyordu. Bana yıllarca sürmüş gibi gelen saçma etkinliğin ardından havlumu bile almadan can havliyle kendimi deniz kenarına attım. Neyse ki burası biraz daha tenhaydı. Havlum yoktu ama içimdeki pozitif insan inatla yaşamaya devam ediyordu. Bari denizin tadını çıkarayım diyerek suya atladım. Animatörlerin ve çocukların ulaşamayacağı bir uzaklığa geldiğimde ise bir şeylerin ters gittiğini anlamıştım. Ben denizdeysem o zaman önümde yüzen bu çamaşır suyu bidonunun ne işi vardı? Ya da sinsice bana yaklaşmakta olan poşetin amacı ne olabilirdi? Tarkan filmindeki hain ahtapot gibi beni öldürecek miydi yoksa? Hayır başıma güneş geçmemişti. Sadece güzelim koyda benimle birlikte serinleyen çöpleri anlamlandırmaya çalışıyordum. Bir hışım denizden çıkıp bulduğum ilk görevliye durumu anlattığımda tekne sahiplerinin çöpleri koya bıraktığını ve artık temizlemekle baş edemediklerini söyledi. Neden şikayet etmediklerini ise cevabından korktuğum için sormadım. Yorgun adımlarla bir umut belki havlumu bu cehennemden kurtarabilirim diye havuza geri döndüm.

       Günün sonunda güneş batarken, çöplüğe dönmüş saçlarım, dondurma dökülmüş havlum, ağrıyan başımla beraber tıpkı Red Kitt gibi odanın yolunu tuttum. Tabii fonda “poor lonesome cowboy” yerine çalan demet akalın şarkısını saymazsak..

Her kız yurdunda bulunan 8 öğrenci profili

          Madem üniversite tercihleri, yerleştirmeler başladı o zaman biz de kaçınılmaz son öğrenci yurtlarından bahsedelim.4 yıl boyunca kız yurdunda kalmış biri olarak (hem de devlet yurdu) birazdan sevgili dişi okurlar için bu yurtların olmazsa olmaz öğrenci figürlerinden bahsedeceğim.
           Öncelikle kız yurdu denildiğinde her erkeğin aklına seksi pijamalar, küçük şortlar giymiş yastık savaşı yapan uzun bacaklı kızlar gelse de üzgünüm ama durum gerçekte böyle değildir. Aslında olan şey eskimiş, dizi çıkmış ve muhtemelen large beden pijamalarla, fonda Serdar Ortaç’tan mesafe şarkısı çalarken birbirlerinin bıyıklarını alan ve dedikodu yapan kızlardır. Ve baştan uyarayım yazının devamı erkeklerde cinsel tercih değişikliğine sebep olacak bilgiler içermektedir.
         Gerekli yasal uyarıların ardından o zaman başlayalım:
1)Beleşçi Tip : Kız-erkek fark etmez her yurtta en az 1 tane olur bundan. Eğer oda arkadaşınızsa zaten kurtulmak için AMATEM falan kar etmez. Sinsice yaklaşırlar ve siz daha ne olup bittiğini anlamadan çoktan kankanız olmuşlardır. Sürekli sizden otlandığı için isteseniz de yediğiniz içtiğiniz ayrı gitmez, elinde kaşığı hazır beklerler. Ortak alınan sabun, peçete , ıvır zıvır gibi ihtiyaçlar için hiçbir zaman para vermezler. Kantine çıktığınızda ne talihsizlik ki hep cüzdanlarını oda da unutmuşlardır. Siz durumu anlayana kadar çoktan harcadığınız para ülke dış borcunu geçer, ocağınızdaki ağaç incir vermeye başlar. Dikkatli olun.
2)Güzin Abla: Genellikle okul öncesi öğretmenliği bölümü okuyan, hafif kilolu anaç tiplerdir. Hemen hemen herkesi tanırlar ve sadece kötü günde aranırlar. İlişkiler konusunda deneyimleri olmasa da genç kızlara tavsiyelerde bulunup, Müge Anlı’yı bile hayretler içerisinde bırakacak öyküler anlatırlar. En belirgin özellikleri ise sadece ağzı kapalı kutu içecekler tercih etmeleri ve en sevdikleri diziyi izlerken bir şeyler örmeleridir. “Bir erkek evlenmeye nasıl ikna edilir?” ya da “Erkeğin gönlü nasıl hoş tutulur?” soruları uzmanlık alanlarıdır.
3)Avoncu Kızlar: Bunlar potansiyel müşteri kitlesinin kokusunu almış girişimci kişilerdir. Esrarengiz bir şekilde karşınıza her yerde kataloglar çıkmaya başladıysa hatta bu katalogların sizi takip etmeye başladığı sanrısına kapıldıysanız korkmayın. Muhtemelen etrafta bir yerlerde Avoncu kız vardır. En çok kullandıkları cümleler “Canım bu parfüm yıkansan da çıkmıyor.” “Bak bu krem sivilcelere birebir.” “Aşk olsun bebişim para önemli değil yhaa”dır. Birinden alışveriş yapsanız öteki gücenir. O yüzden iyisi mi hiç bulaşmayın.
4)Rock Forever: Anadolunun bağrından kopup gelmiş sözüm ona sert kızlardır. Üniversiteye gitmeyi bar bar gezmek, rock müzik dinlemeyi Gripin şarkılarıyla kopmak zannettikleri için daha ilk günlerde büyük bir değişim içine girerler. Lise fotoğraflarındaki örgülü saçlı sünepe tip kendileri değilmiş gibi ezelden beri sert olduklarını ve rock müziğin yaşam tarzları olduğunu savunurlar. Vücutlarının çeşitli yerlerinde bulunan geçici hint kınası dövmeler ve kulaklarını kaplayan mıknatıslı küpeler en belirgin özellikleridir. Sadece dudak ıslatarak bir birayla bütün gece dolaşabilirler.En çok kullandıkları hitap biçimleri  “abicim, hacıt, aga , kanka” dır. Ergenlik çağlarını tam anlamıyla yaşayamadıkları için hor görmemek ve dışlamamak gerekir.

5) Menapoz Teyze: Yurdun inek öğrencisidir ve yüksek ihtimalle tıp fakültesinde okumaktadır. Sürekli şikayet ederler. Yurt çok gürültülüdür, banyolar pistir, etüd odası yetersizdir, yemekler kötüdür, asansör bozuktur, sıcak su yoktur vs vs. Sürekli gezen finalden finale ders çalışan tiplerden nefret eder ve içten içe düşmanlık beslerler. Bir gün mezun olup çok para kazanmanın hayaliyle yaşarlar. Ellerinde taşıdıkları kahve termosuyla yalnız veya kendi gibi inek arkadaşlarıyla takılırlar.
6) Herkes Bana Aşık Kızı: Yurdun açık ara en kezban kızıdır. Onun için okul muhtemel damat adayı bulma yuvasıdır. Eğer dinleyici bulabilirse o gün kaç tane çıkma teklifi aldığını, kaç erkeğin kendisini görebilmek için izdihamda ezildiğini anlatırlar. Eğer abaza bir tip kendisine laf atarsa bu hikaye olarak “Çok yakışıklı bi çocuk caddede gezerken benimle tanışmak istedi” şeklinde anlatılır. Her şeye şaşırırlar bu yüzden iki cümlelerinden biri “Ayhh inanmıyorooom”dur. En sevdikleri şey mevcut Salı pazarlarını gezip çakma Chanel, LV çantaları satın alarak  diğer kızlara İstinye Park’ta deli gibi alışveriş yaptıklarını anlatmaktır. Türk filmlerinde  şöhret olmak için köyden İstanbul’a kaçan kızların 21.yüzyıl versiyonları bunlardır. Zaten Çağatay Ulusoy’la tanışsalar onlara kesin aşık olacaktır ancak ne talihsizlik ki bir türlü keşfedilememişlerdir.
7) Kokan ve Horlayan Kız: Yine mutlaka her yurtta en az bir adet bulunurlar. Bu insanlarla aynı oda da kalmak Sahra çölünde bir serada 50 kg has kayseri pastırmasıyla sarmaş dolaş uyumaya benzer. Çıkardıkları gürültü ise belediyenin belirlediği desibel sınırının çok üstündedir. Eğer bunlardan biriyle aynı odaya düştüyseniz ve odanızı değiştiremiyorsanız tavsiyem ya kendinizi asın ya da bir arkadaşınızdan sizi vurmasını rica edin.
8) Tedarikçi Kız: Adı üstünde bu kızlar her şeyi tedarik etmeleriyle ünlüdürler. Renk renk kadın çorabından bezelye konservesine, ameliyat eldiveninden yorgan iğnesine kadar ne ararsanız dolaplarında vardır. “Ne alırsan 1 milyon” dükkanının ete kemiğe bürünmüş hali gibidirler. Tek bir yıl boyunca bunlardan biriyle aynı odayı paylaşmanın mutluluğuna eriştim. Canım pizza mı istedi hop hemen yastığının altından 1 dilim pizza çıkartırdı, birinin doğum günü mü üzerinde mumlardan iyi ki doğdun yazısına kadar pastamız hazır. Nasıl yapar bilemezdik ama küçücük dolabına dünyayı sığdırırdı tedarikçi kız. Eğer bunlarda biriyle aynı odaya düştüyseniz yapışın ve ölene dek bırakmayın.


      Yurtta yaşayan milyon çeşit insandan sadece küçük bir bölümü bunlar. Eğer psikoloji veya sosyoloji gibi bir bölüm okuyorsanız ilerde yazacağınız tezler için iyi malzeme çıkar. Yok eğer hukuk,tıp,mühendislik gibi gerçekten disiplinli çalışma isteyen bölümlerdeyseniz ufaktan eve çıkmak için yolunuzu yapmaya bakın derim.Sevgiler..

Bazı şeyler hiç değişmez

            Hepimiz biliyoruz kadınlar son derece garip yaratıklar. Dünyanın en karmaşık ve anlaşılması  en  zor canlıları. Bir dedikleri diğerini tutmaz, aslında tam olarak ne istediklerini bilmezler. Git derler ama kal demek istemişlerdir.  Evet derken hayır’ı kastederler. Sanki bir bilgisayar programcısı erkeklere gıcıklık olsun diye kimsenin anlamayacağı bir dilde yazmıştır kadınların programını. İşin kötü yanı gariplikleri ve kararsızlıkları fizyolojilerine bile yansımıştır. Mesela menopoz döneminde hiçbir kadının “Ay beni sadece sıcak basıyor” veya “Şekerim, ben sadece üşüyorum” dediğine şahit olmazsınız; çünkü hep bir sıcak bir soğuk bastığından şikayet ederler. Yıllarca kararsız bir organizmayı idare etmiş zavallı vücut haliyle bu dönemde tam olarak ne hissetmesi gerektiğine karar veremez.
          Bütün bunlar bildiğimiz şeyler ancak asıl soru şu “Ne zamandan beri böyleyiz?”. Acaba Havva dolabını açıp o gün giyecek tek bir yaprağı bile olmadığından, acilen alışverişe çıkması gerektiğinden şikayet ediyor muydu? Özel günleri unuttuğu için Adem’in başının etini yiyor muydu? Yada ilk çağlarda kadınlar kendileriyle ilgilenmeyen kocalarına “Nys sn mamut avlysn glb ii gcler .s .s” şeklinde mesajlar bırakıyorlar  mıydı? Taş devrinde karısına pırlanta hediye eden erkeğe “kaynımgilin amcası karısına kaplan postu hediye etmiş sen bana küçücük taş mı getiriyosun?” şeklinde çemkiriliyor muydu ?
          Benim fikrim yaratıldığımızdan bu yana böyle olduğumuz yönünde. Arkeologlar mağara resimlerini dikkatli inceleseler mutlaka toplu çizimlerin yanında “canım hadi bi de beni tek çiz” ricasının ürünü resimleri de göreceklerdir. Kim bilir belki de yarım kalmış duvar resimleri “sen beni şişman çizdin Faruk” kavgasının sonucudur. Mezarlarda bulunan değerli takılar belki de mağaradan kovulan kocaların barışma hediyeleridir. Mumyalama yöntemi de hanımların daha güzel görünmek için icat ettikleri bir tür cilt bakımı olarak doğmuştur. Lidyalıların parayı bulması ise kesinlikle kadınların takas usulüyle kontrol edilemeyen alışveriş bağımlılığının bir neticesi olmalı. Orta Çağ’da kadınların cadı olarak suçlanılıp yakılması da eşlerinden kurtulmak isteyen kocaların uydurduğu bir yalan. Örnekleri daha da çoğaltmak mümkün.

         Arkeolog ya da tarihçi değilim ancak bir kadın olarak bugün yaptığımız birçok garip davranışın atalarımızdan miras kaldığını düşünüyorum. Toplayıcı olduğumuz dönemde en iyi meyveyi kapma içgüdüsü bugün semt pazarlarında defosuz  tişörtü kapma davranışı olarak varlığını sürdürüyor mesela. Her zaman daha fazla kıyafete, ayakkabıya ihtiyaç duymamızın sebebi yıllarca süren soğuklara hazırlıklı olma iç güdüsü. İster evrime inanın,  isterseniz de yaratılış teorisine. Dünya üzerinde milyonlarca farklı dil, din, ırktan erkek tek bir ortak noktada hemfikirse bu birkaç yıllık bir çılgınlık olamaz değil mi? Hal böyleyken yani işin içine içgüdüler, genetik miraslar girmişken, üzgünüm beyler ama siz daha çok uzun yıllar bizi anlamadığınızdan şikayet edeceksiniz gibi görünüyor. 

20 Aralık 2011 Salı

Metrobüse binme rehberi



        Metrobüs ve doğal seleksiyon arasında bağlantı olabileceğini hiç düşünmüş müydünüz? Ne yani  yoksa 10.000 yıl önce seçilim vardı da şimdi olmayacak mı sanıyordunuz?
        Bence günümüzün seçilim modeli kesinlikle toplu taşıma araçları."Güçlü olan birey avcılara yem olmaz hayatta kalır zayıf olan ise tarihin tozlu sayfalarına karışır." Çevirisini yaparsak "Güçlü olan Avcılara kadar oturarak gider zayıf olan metrobüsün tozlu yollarında bi sonrakini beklemeye mecbur kalır."Ama merak etmeyin. Yaptığım sayısız yolculuk, tükettiğim nice akbiller sonucu sizin için bir "Metrobüse binme rehberi" hazırladım.

             Öncelikle eğer "popom koltuğa değsin","Ayy..vallahi ayakta gidemem ben" diyorsanız söğütlüçeşme, zincirlikuyu, avcılar gibi metrobüsün ilk kalkış duraklarını tercih etmelisiniz.Diyelim ki Zincirlikuyu'ya geldiniz.Tabii ortalık ana-baba günü gibi.Hemen kıvrak hareketlerle metrobüsün kapısının açılacağı muhtemel noktalara yönelin.Burada dikkat etmeniz gereken şey kalabalığın çoğunlukla kümelendiği noktalar.Tamam her yer kalabalık ama hayatta kalmış olan atalarınız size keskin gözler miras bıraktı onları kullanın.Gözlerinizi kısıp kalabalığı süzün, yer yer belirli noktalarda yoğunluğun arttığını fark edeceksiniz. Hah! İşte orası kapının açılacağı şanslı noktalar. Kibarlığı bir kenara bırakıp çaktırmadan o kritik noktalara doğru yanaşmaya çalışın. Dişiyseniz zaten pazarlardan, Mango Outlet'lerden kalabalık nasıl yarılır konusuna alışıksınız. Eğer erkekseniz farz edin Victoria's Secret melekleri az ilerde halk defilesi yapıyor ve siz hiç bir şey göremiyorsunuz. Bu uğurda size çemkirenler, kötü kötü bakanlar olacaktır ama olsun unutmayın neslin devamı için her şey mübah.

            Kapıya doğru iyice yanaştıktan sonra artık boş gelecek metrobüsü beklemeye başlayabilirsiniz. Heyecanın doruğa çıktığı, kalp atışlarının hızlandığı bu anda iyice düşünün, metrobüse bindiğinizde acaba sağ tarafa mı yoksa sol tarafa mı koşacaksınız? Karar verme mekanizması gelişmemiş canlılar tam bu noktada bir sağa bir sola koşar ve sonuçta tam ortada kalarak yüzleri cama yapışmış bir şekilde yolculuk etmek zorunda kalırlar.

          Neyse..Koşu güzergahınızı da belirlediyseniz sıra rakiplere geldi. İçlerinde en tehlikelisi teyzeler. Evet dışarıdan son derece zayıf, güçsüz görünen teyzeler metrobüs kapılarının açılmasıyla birlikte sağa sola savurdukları kalça darbeleriyle, sizi saf dışı bırakabilirler. Ellerindeki çanta, şemsiye ve bilumum nesneyle sizi boş koltuklardan uzaklaştırabilecek hatta sakatlanmanıza sebep olabilecek yegane kişiler teyzelerdir. Siz can havliyle bi köşeye kaçmaya çalışırken de gençlerin edepsizliğinden, İstanbul'un ne kadar bozulduğundan ve metrobüsün ne hayırlı bir icat olduğundan bahsederler. Yaş gruplarından aldıkları "tabii,tabii haklısınız efendim" onaylamalarıyla birlikte tabii.Dikkatli olun ve teyzelerden uzak durun derim ben.

          İkinci olarak mümkünse el ele tutuşmuş sevgililerden kaçın. Ne kadar şirin,masum görünürlerse görünsünler bu çiftler hem kendilerine en yakın tarafa hamle yapar hem de birbirlerinin elini bırakmazlar. Neticede kapının önüne örülmüş  bir etten duvar ortaya çıkar. Aman diyelim.

          Ve son olarak sıra küçük çocuklara geldi.Ah o çocuklar..Annelerinden aldıkları tembih ve gazla,boy avantajını da kullanarak hemen fırlayıp boş koltuk kaparlar.Sadece annelerine de değil üstelik.Civar illerdeki bütün akrabaları için kendilerince yer tutup aferin beklerler.Bunun için yapmanız gereken şey kaşlarınızı çatıp "seni gidi seniii" bakışı yapmak.Daha laftan anlamayanlar için "ulan ben senin ....." bakışı da yapılabilir tabii.Bu noktada tercih size ait.

          Tüm bu anlatılanları okuyup evde eser miktarda pratik yaptıysanız artık boş koltuğunuzla birlikte metrobüs yolculuğuna hazırsınız demektir.Hayatta kalmanın ve elenmemenin tadını çıkarın.İyi yolculuklar !! :)